Sosyal Medyanın Aykırı Çocuklarıyız

KAMİL ERYAZAR Yıllar geçtiği halde sosyal medyayı kullanmayı bir türlü öğrenemediğimizi samimi olarak itiraf ediyoruz! Sosyal medyadan önce yazılarımızı mektupla, sonraları da faksla gazete ve dergilere gönderir, yayınlanmalarını beklerdik. Yayın günlerinde büyük bir umutla ...

Sosyal Medyanın Aykırı Çocuklarıyız (15 Nisan 2014)

KAMİL ERYAZAR

Yıllar geçtiği halde sosyal medyayı kullanmayı bir türlü öğrenemediğimizi samimi olarak itiraf ediyoruz!

Sosyal medyadan önce yazılarımızı mektupla, sonraları da faksla gazete ve dergilere gönderir, yayınlanmalarını beklerdik. Yayın günlerinde büyük bir umutla bayilere koşar ya da postacı yolu gözlerdik. ‘Evrenden torpilimiz’ olmadığı için yazılarımızın kaderi editörlerin insafına kalırdı. Çoğu zaman da hayal kırıklığı yaşardık.

İnternet ve sosyal medya ile birlikte kendi hesaplarımızı, bloglarımızı, web sitelerimizi açtık. Gönlümüzce yazıp çizmeye, paylaşmaya başladık.

Artık sosyal medya sayesinde edebiyattan siyasal-toplumsal bilimlere, fotoğrafçılıktan yurttaş gazeteciliğine kadar pek çok alanda ürettiğimiz içerikleri güncel olarak yayınlayabiliyoruz.

Ancak yıllar geçmesine ve çalışkan bir kullanıcı olmamıza karşın şu sosyal medyayı ‘fenomenlik’ mertebesine ulaşacak kadar profesyonelce kullanmayı ne yazık ki bir türlü öğrenemedik!

Çünkü…

Yeni Zelanda’da çalışanların ücretlerine yapılan zam haberine “İşçi ve memur maaşlarına zam!”, Başbakan’ın rahat konuşabilmek için ceketini çıkardığı fotoğrafı konu alan habere “Başbakan soyundu!”, “Canlı yayında şok!”, “Dünyada bir ilk!”, “Dehşete düşeceksiniz!”, “Görülmemiş olay!” gibi aslında içerikle hiç de ilgisi olmayan ve sadece SEO’ya çalışan yanıltıcı-meraklandırıcı sansasyonel başlıklar atıp link vermeyi, takipçilerimize okuyucularımıza saygısızlık olarak gördük.

Sosyal medyayı hiçbir zaman egomuzu tatmin etmek için narsistik duygularla kullanmadık. Özel hayatımızın kimseyi ilgilendirmeyeceğini ve nereye gittiğimiz, ne yaptığımız, ne yiyip içtiğimizi sergilemenin ayıp olduğunu düşündüğümüz için her gittiğimiz yerde Foursquare’den zırt-pırt check-in yapıp, masamızın soframızın tabaklarımızın fotoğraflarını çekip Instagram’da yayınlamadık.

“Ay çok ciciler, tşk cnm ya”

Hiçbir firma ya da markadan hediye ve promosyon almadığımız için blog ya da sosyal medya hesaplarımızda “ay çok ciciler, tşk cnm ya” notuyla fotoğraflarını yayınlamadık. “Ürünlerini deniyorum”, “ben kullanıyorum”, “herkese tavsiye ediyorum” gibi ucuz gizli reklamlar yapmadık.

Olağan günlerde neredeyse 7/24 tweet atarken, içerik paylaşırken, bilgisi olsun olmasın her şeye maydanoz olup her konuda fikir üretirken, Gezi Direnişi gibi olaylarda dükkanı kapatıp ortadan yok olmadık.

Daha çok takipçi kazanmak, daha çok beğeni, ‘tık’ ve ‘retweet’ almak için hiçbir zaman tribünlere oynamadık. Çizgimizi değiştirmedik, içerik kalitemizi düşürmedik.

Dilbilgisi ve yazım kurallarından ödün vermedik

Türkçe’yi katleden popüler sosyal medya dilini kullanmadık. Yazım kurallarından ödün vermedik.

Birkaç kez bizim de ofsayta düştüğümüz oldu ancak en az üç güvenilir kaynaktan doğrulamadan, araştırmadan hiçbir haberi yayınlamadık.

İçeriklerimizin arasına gizli reklam ve ürün yerleştirmeleri koymadık.

Kendisi gibi düşünmeyen ve yaşamayanları yok sayanların nefret ve linç kültürüne, ötekileştirme’lerine karşı her zaman duyarlı olduk. Dezenformasyon ve manipülasyonlara karşı da her zaman uyanık olmaya çalıştık. Hiç tanımadığı insanları, sahip olduğu sınırlı dezenformatik manipüle bilgiler, ‘tevatür-tweet’ler ve ‘şehir efsaneleri’ ile yerden yere vurarak, iletişim cennetini iletişim cehennemine çeviren sosyal medya sürü psikolojisinden farklı bir kulvarda olmaya çalıştık.

Ne şirin görünmek gibi bir zorunluluğumuz ne de popüler olmak gibi kaygımız yok!

Hiç kimseye şirin görünmek gibi bir zorunluluğumuzun olmamasının yanı sıra, ‘popüler olmak’ gibi bir kaygımız da olmadı. Her zaman olduğumuz gibi görünüp, göründüğümüz gibi olduk.

Gelenekçi değil gelecekçiyiz. ‘İçerik’ ile ‘biçim’in bileşiminden oluşan ‘özgün’lüğümüzü, ‘özgürlüğümüze’ borçluyuz.

İki ayrı rengin karışımından yeni bir renk çıkar. Hayatın güzelliği, renklerin, zevklerin ve düşüncelerin çeşitliliğidir. Sunduğumuz içerikler, tutuculuk ve önyargılardan uzak, nesnel, hoşgörülü, farklı görüş ve düşüncelere saygılı, çok yönlü oldu.

Eleştirirken bile, insansal ölçütlerden uzaklaşmadık.

Hayata hep gülümseyen ve gülümseten açılardan bakıyor, yaşama sevincimizi hiç yitirmiyoruz

‘Tabu’larımız yok ve hiçbir zaman da olmayacak. Özgür bir düşünce platformunda, tez ve antitezlerden oluşan sentezleri paylaşıyoruz.

Hayata hep gülümseyen ve gülümseten açılardan, güler yüzle bakmayı seviyoruz. Güldürürken düşündüren, hayatın çok renkliliğini yansıtan, keyifli bir bakış açısı sunuyoruz. Dünyadaki hiçbir şey, “yaşama sevinci”nden daha değerli değildir! İçimizdeki çocuğu hep yaşatacağız! Adım atmak, durmaktan her zaman daha iyidir. Hayat “hareketi” ödüllendirir!

Hayatın sonsuz bir keşfetme serüveni olduğuna ve bu serüvenin zevkine de her gün yeni bir şeyler öğrenilerek varılabileceğine inanıyoruz.

Toplumcu gerçekçi sanatın yanındayız

En son teknolojik gelişmelerin yanında, hayatı yaşanmaya değer kılan tüm güzellikleri, en renkli yanlarıyla yansıtıyoruz.

Amacımız, günlük yaşamın monoton sıkıcılığından birazcık olsun uzaklaştırıp, rahat bir nefes alınmasını sağlamak. Daralan bakış açıları nedeniyle sıkışan yürekleri genişletmek.

Siyasal ve toplumsal zor koşullara, her şeye karşın, estetik kaygılarımızdan hiçbir zaman vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz. Toplumcu gerçekçi sanatın yanındayız.

Yeri geldiğinde kendimizle de dalga geçtik, gelen eleştirileri hoşgörü ile kabul edip, özeleştiri yapmaktan çekinmedik, çekinmeyeceğiz.

Kimi zaman akıntıya karşı yüzmekten yorulsak bile, ilkelerimizden ve ideallerimizden asla vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz.

Son Söz

Biz, hayatın ‘nesnesi’ değil, ‘öznesi’ olabilmek için sosyal medyanın ‘yıkanmak istemeyen çocuklarıyız’! Biz Ünsal Oskay’ın öğrencileriyiz. Yeri geldiğinde “kral çıplak!” demekten de hiçbir zaman çekinmeyiz.

Hayata yeni ‘artı değer’ler katabiliyorsak ne mutlu bize!

Yazımızı Rina filmindeki unutulmaz final repliğini uyarlayarak noktalayalım: “Ne olmuş fenomen olamadıysak, kişiliğimizi satmadık ya”.

Takip eden, okuyan, paylaşan, destek veren herkese ayrıca teşekkür ederiz.