Sahtekarlık, dünyanın en büyük markalarını nasıl zora soktu?9 sene ÖNCE
Sahtekarlık, dünyanın en büyük markalarını nasıl zora soktu?Dünyada hiçbir şey, ‘yaşama sevinci’nden daha değerli değildir!
Özellikle büyük kentlerin toplumsal yaşamında bugün gelinen durum ve yapay oluşan ‘popüler kültür’ biçimi, genellikle insanın “doğasıyla” çelişiyor. Bu ölçüde de, birlikteliğinde ruhsal sorunları getiriyor. En çok satılan ilaçların başında “antidepresanların” gelmesi boşuna değil. İnanılması zor ama son yapılan araştırmalarda, toplumumuzdaki insanların yarısından çoğunun leblebi-çekirdek gibi bu ilaçları tükettiği ortaya çıkmıştır.
Hiç ama hiç kimsenin hayatı güllük-gülistanlık değil… Olamaz da… Çünkü doğada böyle bir şey yok. Gülün bile dikeni var!
Her insanın hayatında zor dönemler vardır. Önemli olan bu kriz dönemlerini profesyonelce yönetebilmek ve en az zararla atlatabilmek. Adı üzerinde “kriz”! Yani sonsuz değil. Uzun sürer, kısa sürer ama eninde sonunda da geçer. Yıkılmayıp, ayakta kalmayı başarabilirsek, kriz dönemlerinden güçlenerek çıkma olasılığımız bile var. Çünkü her sorun, tehlike ve kriz içerisinde “fırsatları” da barındırır. İslam felsefesindeki “her şeyde vardır bir hayır” deyişindeki gibi…
Aklımızı ya da zihnimizi yönetebilmeyi öğrenebilmemiz gerekiyor. Zihnimiz bizim efendimiz değil, hizmetkârımız olmalı. Onu, içimizdeki pozitif enerjiyi ortaya çıkarmak için kullanmamız gerekiyor.
Ya akıntıya kapılmış tomruklar gibi savrula savrula sürüklenip gidecek ve ’bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!’ diyeceğiz ya da zaman zaman akıntının ters yönüne doğru kürek çekmek zorunda kalıp, yorulsak bile, “hedef(ler)imize” doğru koşacak ve “hedef(ler)imize” ulaşacağız…
“Hedef(ler)imize” ulaşmak için çabalamak bile, bizi mutlu edecektir…
Başarılı olabilmek için gereksindiğimiz tek şey ise, güç-enerji-moral-motivasyon-konsantrasyon… Dolayısıyla geçmişe ve bugünkü sorunlara takılıp kalmamamız gerekiyor…
Deyim yerindeyse, beynimize bir “antivirüs” programı yerleştirmeliyiz! Kaygılar, endişeler, korkular, negatif düşünceler geldiği zaman yok etmesi için. Bu tür olumsuz düşüncelerin yerine hemen olumlu-pozitif düşünceler koymalıyız. Sıkıldığımız anda, hoşlandığımız güzel şeyleri düşünmeliyiz, gözümüzün önünde canlandırmalıyız.
Akıl ve ruh sağlığımızı koruyabilmemiz için kendisini sürekli temiz tutan bir “lotus” bitkisi (beyaz nilüfer çiçeği) gibi yaşamalıyız. Lotus bitkisi çamurlu sularda yetişir. Buna karşın yaprakları sürekli temizdir. Çünkü üzerine en küçük bir toz zerresi bile gelse, hemen yapraklarını sallar ve toz taneciklerini belirli noktalara doğru iter. Yaprağının üzerine düşen yağmur damlalarını da bu noktalara doğru yönlendirir ve buradaki tozları yıkamasını, temizlemesini sağlar. Yani her daim temizdir. Doğadaki bu olağanüstü örnek, günlük yaşamımızda bizim için de geçerli olmalıdır.
Yaşama “bardağın dolu tarafından” da bakmayı başarmalıyız. Karamsarlığa kapılırsak, bunalıma girersek, ayakta kalacak, mücadele edecek gücü – enerjiyi nereden bulacağız?..
La Fonten’in “kurbağa” öyküsündeki gibi hani.. İki kurbağa içi süt dolu derin bir küpe düşerler. Biri umudunu keser ve kendini bırakıverir. Boğulur ve ölür. Diğer kurbağa ise, umudunu yitirmez. Mücadele eder, son gücüne kadar çırpınır. Bu çırpınması sonucu, sütte oluşan yağ birikintisinin üstüne çıkarak, yaşamda kalmayı ve kurtulmayı başarır. Bu olgu, bizim için de geçerli değil mi? Durduğumuz anda düşeriz. Yılların yorgunluğuna karşın, mücadeleyi bıraktığımız anda biteriz, yok oluruz…
Kendimizi çok çabuk toparlayabilmemiz gerekiyor. Sadece önümüzdeki hedeflere odaklanmalı ve sabırlı, kararlı olmalıyız…
Kendimize değer vermeliyiz. Hiçbir şeyin onu yıpratmasına izin vermemeliyiz, gerekirse koruma altına almalıyız!
Dünyada hiçbir şey, “yaşama sevinci”nden daha değerli değildir!